Er cinsten bakir bir arının kurbanı oldum ey ahali!
Parfüme dair okuduğum ilk kitap Patrick Süskind'in "Koku" romanıydı. Bilenler bilir, kokulara karşı aşırı duyarlılığı ve ayırt etme gücü olan, doğuştan olağanüstü yetenekleri ve sosyalleşme problemleri olan bir psikopatın mükemmel kokuyu yaratmak için güzel bakireleri öldürüp kokularını damıttığı bir romandı "Koku". O güne dek, iyi kokmanın insanın başına bela açabileceği aklıma bile gelmemişti. Aksine kötü kokuların insanların başına bela açmasını diliyordum içten içe. (ki hala öyledir, kötü kokan hiç bir şeye tahammülüm yok, benim de koku duyum oldukça gelişmiştir.) Neyse, kitaptan sonra bir süre parfüm kullanmadığımı bile söyleyebilirim.

Geçen sabah yine gözümün şişi inmeden ne bulursam üstüme geçirdim, işe gideceğim için zar zor bir iki allık darbesi ile yüzümü renklendirdim, jölemi sürdüm, dişimi fırçaladım ve son olarak doğumgünümde can arkadaşlarımın bana aldığı şeker kokulu parfümümü sıktım. Yola çıktığımda hala gözüm açılmamıştı. Zaman zaman bu uyku haliyle bir yerlere takılıp sendelediğim bile olur. Neyse, her gün olduğu gibi karşıya geçtim, otobüse binip Gayrettepe'ye geldim. Her şey yolunda gibiydi. Ofise girdim, herkese Merhaba diyip hemen mutfağa koştum. Bir canlanma çayı ile kendime gelmek niyetindeydim. Önce sevgili kuaförümün (kendisini image maker olarak tanımlayan bir megoloman) bana tarz katmak için kafamın gerisinde bıraktığı kuyruğumun enseme değen yerinde bir kaşıntı hissettim. Sonra bir vızıltı. Ay bu karasinek nereden gelmiş de saçıma konmuş diyerek elimi enseme attım.
HOOOOP gömleğimden içeri bir şey düştü!
O andan itibaren gelişen olaylar;
Koridorda koşan bir Zeynep!
"Kızlar sırtıma sinek girdi birisi çıkartabilir mi lütfen" diye bağıran bir Zeynep,
"Ay ay ay! Ay yandım! Of bir şey ısırdı sırtımı yetişin yaaa!" diye bağıran bir Zeynep!
Böğürerek isyan eden bir Zeynep...
Lavaboda kadın nüfusunun artması; Gömleğimi çekip çıkarttıklarında sırtıma asılı duran arıyı görmeleri ile ufak bir kargaşanın patlaması; Cevval stajyerimin arıyı kovarak sırtımda kalan iğnesini çekip çıkartması; derken benim acılar içerisinde kıvranmaya başlamam...
Vay arkadaş!
Ofiste ne işin var!
Hadi saçıma yapıştın geldin, hadi çiçek gibi, şeker gibi kokuyorum anladık, niye ensemden içeri giriyorsun, sapık mısın?
Hadi girdin, neden sokuyorsun!!!
Soktun da ne oldu? Öldün, değdi mi?
Tabi bir bedevi olmamın verdiği alışkınlık ile duruma o kadar da çok şaşırmadım. Aslında kimse şaşırmadı, ne Facebook ahalisi, ne de twitter ahalisi. Bedevidir, böyle şeylere şaşırmama gerek, gibisinden yorumlar geldi.
Ama en tatlı yorum anneme aitti; "Ah yavrum, her şey de seni buluyor..."
Bir kozmetikzede olarak isyanım o şaşkın arıya değil, doğanın canlılara verdiği bu seçiciliğedir. (Ayrıca zaten vahşi arımız iğnesini kaybedince trajik bir biçimde öldü, nihohah. Bkz: ölü arıya bir de ayakkabıyla vurmak)
Bir de o kokuların üzerine ne olur yeni uyarılar yazın.
Mesela; "Dikkat! O kadar tatlı kokuyorsunuz ki, arı sokabilir!";
"Dikkat! O kadar tatlı kokuyorsunuz ki, sakın doğaya çıkmayın, ayılar kovalayabilir!" gibi...
Mesela; "Dikkat! O kadar tatlı kokuyorsunuz ki, arı sokabilir!";
"Dikkat! O kadar tatlı kokuyorsunuz ki, sakın doğaya çıkmayın, ayılar kovalayabilir!" gibi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder