27 Mart 2011

Hayat öyle kısa ki, hiçbir şey içinde kalmamalı insanın...

25. yaş günümdü, "neden erteliyorum?", "nereye erteliyorum?", "doğru zaman belki de hiç gelmeyecek!" diye düşündüm. Her yaş günümde olduğu gibi yalnız kalıp düşünecek çok vaktim vardı.

Çocukluğumdan beri müzikle ilgileniyordum. İlkokulda öğretmenim keşfetmişti ilk olarak müziğe yatkınlığımı. Törenlerde marş söylemek suretiyle bir çok kez görev vererek başlattığı solistlik kariyerime ( :P ) 3. sınıftayken başladığım org kursuyla enstrümantal bir yön de katmıştık. Çok sevgili Mete Öğretmen'in düzenlediği kursta, her başarılı şarkının ardından bir adet çikolata ile ödüllendirileceğini bilmek, bir çocuğa İstiklal Marşı'nı bile çaldırabiliyor inanın ki :) Günler günleri, aylar yılları kovalarken ben ortaokulda okul korosunda yer almış, üstelik her yıl solo şarkılarla da yeteneğimi ödüllendiren müzik öğretmenlerim sayesinde, koro solistlerinden biri olmuştum. Bu arada elbette org çalmayı bırakmış, gitar peşinde koşmaya başlamıştım ki... Gittiğim müzik kursunda ısrarla klasik parçalar çaldırılınca, bir akdeniz akşamları bile çalamayışımın yergileri ile karşılaşmıştım. Üstelik çevrem 3 notaya aynı anda basabildiğim bu klasik şarkılarla ilgilenmiyor, "e hadi tıngırdat bir akdeniz akşamları" diyerek beni daha da strese sokuyorlardı... Gel zaman git zaman bu strese dayanamayıp, daha başarılı olduğum alanda, vokallikte kalmam gerektiğine karar vermiş, enstrümanlara veda etmiştim. Fazla motivasyona ihtiyaç duyduğum bu alanda, başkalarını dinlemekten daha çok keyif almaya başlamıştım.

Lisede ise ilk yıldan itibaren müzik öğretmenimin gözbebeği, e haliyle Türk Sanat Müziği hem de Türk Halk Müziği korolarının da solistlerinden biri olmuştum. Üstelik 2. sınıftayken İstanbul Liselerarası Müzik Yarışması'nda okuluma 1.'lik derecesini getirmiş, bu sayede tarafından hiç sevilmediğim okul müdürünün hışmından da kaçmayı başarmıştım. Pek sarmıyordu bu alanlar o dönemde beni, e bu durumda boş duramazdım. Canım arkadaşım Emir ile o dönem bir de rock grubu kurmuş, kendi okulumuz da dahil olmak üzere bir kaç da konser bile vermiştik. Müzik öğretmenim ÖSS sürecine girmemize ramak kala ailemle görüşmüş, bu kızı mutlaka konservatuara yönlendirmelisiniz diye çok dil dökmüştü. Fakat dönemin prestij anlamında Anadolu liselerinden sonra gelen SÜPER liselerinden birinde okuyan ben mutlaka bir BÖLÜMde okumalıydım... Başarılıydım, konservatuarda harcanmam kabul edilemezdi. Kibarca bu gerekçeler bildirilen öğretmen büyük bir üzüntüyle benim peşimi bırakmış, şans dilemişti. Son sınıfta üniversiteye hazırlanma gerekçesiyle ben de koroyu bırakmıştım. Hoş! Üniversiteye de hazırlandığım yoktu ya... Yine de o yıl, çok istediğim, kaç yıldır kesin tercih gözüyle baktığım Sosyoloji alanında eğitim almaya hak kazanmıştım...

Müzik bir aşktır. Her ne kadar aileniz meslek gözüyle bakmadıkları için bazı şeylere engel olsa da, toplum sizi uzaklaştırmaya çalışsa da... müzik bir yerlerden hortlar. Çünkü gizlenemeyecek kadar güzeldir.

Üniversitede de gruplarım oldu. Başarılı, başarısız girişimler. Okul bitti, iş hayatı başladı, e onlar da bitti kuşkusuz...

Ve 25. yaş günümdü, "neden erteliyorum?", "nereye erteliyorum?", "doğru zaman belki de hiç gelmeyecek!" diye düşündüm.


Hayat çok kısaydı, ertelemek ise aptalcaydı. Öyle yalnız kaldığım bir andı ki, sonunda kendim için bir şey yapma fikri çıkageldi zihnimin derinliklerinden. Ey müzik! İçimde çalmaya başladın bir anda...



Bu yıl, çeyrek yüzyılını doldurmuş bir ömür olarak, sonunda müzik eğitimi almaya başlayacaktım. Ufak bir araştırmadan sonra öğretmenimi buldum. Dünyanın en ilgi çekici insanlarından biri. Bir enerji, bambaşka bir dünya; Alexandra İvanoff

Yaş günümde kendime bir hediye verdiğimden bahsetmiştim. Biraz ilerleme kaydetmeden ne olduğunu yazmaya varmadı ellerim. Şimdi gururla söylüyorum ki, Alexandra ile Şan çalışmaya başlayalı tam 2 ay oldu. Ben çok mutluyum. Çok! İçimdeki müziğin susmamış olmasından dolayı çok gururluyum.

Okurken, insan kendini sadece öğrenci olarak görüyor; Çalışırken, insan hayatını işten ibaret sanıyor. İçinde olduğu koşulların müsaade ettiği şeylere vakit ayırıyor. Hayatımızda biri olduğunda da bu böyle aslında. Kimse sadece kendisi için bir şey yapmaya kalkışmıyor. Ama neden erteler ki insan? Sonsuza dek yaşayacağını mı düşünür? Mutluluk, küçük kararların ardında gizli. O küçük kararları beyninizin derinliklerinde bulup çıkardığınızda, büyük bir hazineyle karşılaşıyorsunuz.

Şu 2 ayda bir hayli yol kat ettim. Bu haftaki ödevim, bir zamanlar Pavarotti'nin de seslendirdiği, César Franck’in bestesi "Panis Angelicus"...

Aşağıda şarkıyı sizlerle de paylaşıyorum. Keyifle dinlemeniz dileğiyle... (Bir gün benden de dinlemeniz dileğiyle hatta :) )

07 Mart 2011

Bloguma Dokunma!!!

Kaç gün oldu, bloglarımız, özgürlük alanlarımız açılmadı. Ben birilerinin dediği gibi "ben giriyorum, siz de girin" sığlığıyla değil, paylaşabilmenin rahatlatıcılığını kaybetme korkusuyla “Bloguma Dokunma” hareketinin bildirisini paylaşıyorum sizlerle...




Bildiri

Bir ülkenin internet deneyimi ve tarihinin sansürlerle anılması çok trajikomik bir durumdur. İnternetin özü olan birey haklarının ve bireysel özgürlüklerin kısıtlanması, sosyal medya dünyasının özüne tamamen aykırıdır.

Bizler; Türkiye’nin dört bir yanından profesyonel veya amatör olarak blog tutanlar, internette günlük yaşantılarını ve birikimlerini ve deneyimlerini diğer insanlarla paylaşma hevesiyle tutuşan herkes, gelişmeleri endişe içinde izlemekteyiz.

5846’nci no’lu kanunun esnekliğinden mütevellit, 1 Mart 2011 günü, Google’a ait olan ücretsiz blog servisi Blogspot, Digiturk grubunun açmış olduğu dava sebebiyle erişime kapatılmıştır. Süper Toto Süper Lig’in yayın haklarının sahibi olan Digiturk bu davada, korsan olarak LigTV yayını yapan kişilere karşı kendi haklarını savunmak amacıyla hukuki süreç başlatmıştır. Ancak ilgili kanun gereği yasaklamaların, sitelerin adresleri ve alt-domainleri üzerinden değil; IP adresleri üzerinden yapılması sebebiyle Blogspot’a ait birçok ilişkili IP aralığı erişime kapatılmıştır. Böylelikle de binlerce blogger’ın kişisel sitesi sansür kurbanı olmuştur. Bazı bloglara bazı anlarda girilmesinin sebebi ise aynı IP üzerinde birçok blogun yer alması ve aslında her IP’nin yasaklanmamış olmasıdır.

İlgili kanunun esnekliğini ve nelere yol açtığını geçmişte birçok kez görmüşken, devlet sansüründen dolayı binlerce site yasaklanıyorken, Digiturk ve Google’dan daha duyarlı davranmalarını beklemek tüm blogger’ların hakkıdır. YouTube’daki korsan maç yayınlarını kaldırmak için yapılan özel yetki anlaşmasının bir benzerinin de Blogspot için yapılması ihtimal dışı değildir. Bugüne dek Digiturk ve Google bu konuda masaya niçin oturmamışlardır? Google kendi kullanıcılarının hakkını neden savunmamaktadır? Digiturk böyle bir topyekün sansürün yaşanacağını bile bile neden hâlâ, tek amaçları düşüncelerini diğer insanlarla paylaşmak olan bloggerları mağdur etmektedir? Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasa koyucuları, vatandaşlarının ifade özgürlüğü hakkının gasp edilmesine neden hâlâ göz yummaktadır?

Kaldı ki bu korsan yayınları yapan kişiler, teknik bilgileri yüksek olduğundan bu yasaktan etkilenmemektedir. Tam tersine bu sansür, tek amacı blog tutmak olan internet kullanıcılarını etkilemektedir.

Digiturk, Google ve Türkiye Cumhuriyeti devletini artık bu sansür ayıbına karşı duyarlı olmaya, tüm sansür karşıtı internet kullanıcılarını bu harekete katılmaya ve tüm basın mensuplarını ifade özgürlüğüne destek vermeye davet ediyoruz.

Tüm Blogger’lar adına,

Bloguma Dokunma

01 Mart 2011

Digitürk'e açık mektup!

Ben http://bedeviningunlugu.blogspot.com/ sitesinin yazarı Zeynep!


Alınan son kararın ardından, bir blog ile olan hesaplaşmanızı tüm Blogspot kullanıcılarına mal eden kapatma kararına sebep olduğunuz için şirketinizi kınıyorum.

Bu erişilemeyecek bloglar nedir biliyor musunuz? O çok kıymet verdiğiniz (!) tüketicilerinizin yazdığı ve okuduğu/ çok kıymet verdiği yayınlardır. Şirketinizle ilgili bir kriz çıktığında / bir karalama yapıldığında önünü almakta en çok zorlandığınız iletişim mecrasıdır.

Kendi adıma yıllardır emek verdiğim, yazılarımı insanlarla paylaştığım blogumun böyle adaletsiz bir biçimde ulaşılmaz olacağını bilmek çok rahatsız edici! Ben emek veriyorum!

Bu elim hata düzeltilene kadar hiçbir şekilde evimde Digitürk ve şirketinize ait hizmetleri kullanmayacağımı bildirir, aileme, arkadaşlarıma ve iş çevreme de aynı şekilde karar almaları yönünde bilgi vereceğimi de unutmamanızı isterim. Ha bu arada, kendimi tanıtayım, ben Medya ve PR sektöründe çalışan bir metin yazarıyım. Benim gibi insanların başlatacağı bir internet krizine hazırlıklı mısınız???


Sevgili blog sahipleri!
Sizlerden bu adrese şikayet yağdırmanızı rica ediyorum.
Ben yukarıdaki mektubu bir de onlara gönderdim. Sizler de henüz tüm bloglar kapanmadan tepki yazılarınızı paylaşır, mektuplarınızı gönderirseniz yaşayacakları kriz hakkında bir bilgileri olur. Kim bilir belki de bu saçma kararın alınmasına engel olurlar...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...