02 Temmuz 2010

“Temple of the dog”

Bir hikayenin başlangıcı...

14 yaşında kız çocuğu. Sıkı rockçı. Döneminin tüm imkanlarıyla pazar geceleri radyoda Güven Erkin Erkal ile müziğin nabzını tutarken bir yandan da arkadaşlarıyla kasetlerini paylaşırlar. Gereksiz İngilizce eğitim kasetlerinin üzerine Metallica'lar, Pentagram'lar kaydedilmeye başlanmış, CD'ler daha yeni yeni ünlü olmaya başlamıştır. Küçük bir teybi vardır, sadece kaset çalan. O yıl tek isteği doğumgününde odasını laciverte boyatmak, kocaman hoparlörleri olan ve cd çalan bir müzik setine sahip olmaktır. İstediği sürprizi yaparlar, önce boyanır oda, sonra da kendince “dev” müzik seti odanın en değerli köşesine yerleştirilir. Bundan sonra, apartman boşluğuna bakan penceresinden tüm camları titretecek volümde rock yayını yapmaya başlayacaktır. Komşular bu durumdan mutsuzdur, ama içinde müzik aşkıyla yanıp tutuşan bir genci kimse yıldıramaz. Okula gitmek için alarmlı saat kullanmaktan vazgeçmiş, yeni müzik setinin tüm imkanlarını sömürerek sabahları Metallica ile uyanmaya başlamıştır. O yıl önceki yıllar babasıyla gidip Saray'da dürüm, tatlı yediği, tavuk suyuna çorba içtiği Kadıköy'de, yalnız başına “takılmanın” keyfini çıkartacaktır. Bir yeni liseli olarak, hazırlık sınıfının tüm genişliğinin imkanlarını kullanacak, 3'ten yukarı çıkmayan İngilizce notları ile kafasında notalarla yaşayacaktır. Okulu asmalar, Akmar'a gitmeler, ilk biralar, sigaralar, siyah kuru kafalı tshirtler ve yeni grupları tanıma sevdası ile kendisine ucuz cd bulabileceği yerler araştırmaya başlar. İşte o zaman tanır adamını!

Delikanlı 20'li yaşların başında, üzerinde mor forması altında bisikletiyle Kadıköy'ün tanınan yüzlerinden biridir. Bisikletiyle gazete dağıtırken verdiği emeğe karşılık sömürüyle karşılaşınca isyan etmiş ve Akmar'ın orada cd tezgahı açmış, oralarda bir ilki gerçekleştirdiği için de epey tanınmıştır. Kıvırcık uzun saçları birkaç gün taramadığında rastalaşıyor, küpesiyle, duruşuyla ya çok seviliyor ya da nefret ediliyordur.

"Küçük kız tezgaha yanaştı. Yeni birkaç grup tanımak ateşiyle yanarken, envayi çeşit gruba ait cdleri tezgahta görünce kendinden geçmesi beklenirdi. Ama ilk aşk ateşi karnına düştüğünden olsa gerek o cdlerden çok kıvırcık saçlara bakıyordu. Yanındaki kuzenine itiraf etti; “Aslında bugün buraya cd almak için değil, O'nu görmek için sürükledim seni.” Ablası yaşındaki kuzeni şehir dışından geldiği için onu gezdirmesi, ilginç yerler göstermesi gerekmekteydi. Ama o kendini tutamamış, cd almak bahanesiyle onu da sürüklemişti Akmar'ın oraya. Kuzen gülmüştü. Anlamıştı zaten kızda bir tuhaflık olduğunu. Gözleri bir farklı bakıyor, sık sık dalıyordu ya, o yaşların deli hallerine bir de AŞK eklenmişti ruhuna...

Bu kez konuşacaktı onunla. Uzaktan görmenin ötesinde, en azından ismini öğrenecekti.
“Merhaba”, dedi. “Ben yeni gruplar dinlemek istiyorum. Bana önerebileceğiniz değişik gruplar var mı?”. Çocuk onu fark etmemişti bile, yaşı çok küçüktü kızın, öyle kadınsı bir yanı yoktu. Aksine çocuktı hala... “Temple of the dog diye bir grubun cdsi geldi, bence bunu almalısın. Chris Cornell vokalde. Soundgarden'in solisti hani. Birkaç iyi müzisyen sadece bu proje için biraraya gelip bir albüm yapmışlar. Çok güzel.” Hemen almıştı kız. Eve gidip dinlemeden önce cdnin üzerindeki el yazısına bakmıştı çocuğun. “Temple of the dog!”..."

O yıl bir de müzik grubuna dahil olmuştur. İlkokuldan beridir okul korolarında şarkı söylüyor, çoğu konserde solist olarak yer alıyordur. Sıkılmıştı artık halk müziği, sanat müziği söylemekten. Bir ara gitar kursuna gitmiş, oradaki hocanın ısrarla kendisine İspanyıol gitar öğretmeye, illaki notayla çaldırmaya direnmesi üzerine kursu bırakmıştır. Kendi rock grubuna sahip olmuş hatta Taksim Laylaylom Consert Hall'da bir de gündüz konseri vermiştir. Damarlarında Rock'nRoll akıyordur...

Ailesi okuldan çok müziğe ilgi göstermesini kabullenmemiş, annesi bir konser öncesi onun evden çıkmasına bile izin vermemiş, grubuna rezil olmuş, her şey darmadağın olmuştur. Grupta anlaşmazlık yaşayan gitarist ve bateristin kaprisleri de birleşince, lanet olsun diyerek solistliği de bırakmıştır. O arada il genelinde yapılan bir halk müziği solist yarışmasında da okulunun ısrarı üzerine okul adına yarışmış, bir de birinci olmuştur. Böylece müdür beyle periyodik olarak giriştiği laf dalaşları ve kavgaların üzerine bir sünger çekilmiş, okulun değerli öğrencileri arasına girmiştir. Serserilik ise kanında dolaşmaya devam ediyor, kabul görüp normalleşmektense, öteki olmayı arzı ediyordur. Politikayla ilgilenmeye başlar, çeşitli gruplarla toplantılara katılır. Hiçbir yere ait olamaz. Aidiyet ruhunda yoktur...

Bu arada cdci çocukla arkadaş olmuş, sık sık onun yanına uğramaya başlamıştır. Utangaçlığına rağmen gidip yanına uğruyor, karnında uçuşan kelebeklerin sesini bastırarak ona ilgisini belli ediyordur. İlk büyük aşk! Onun uğruna herşeyi yapmaya değerdir, hem çocuk da ona ilgi gösteriyordur ama... Aması var... Yaşı küçüktür, çocuk bundan korkmuş ve geri adım atmıştır. Kız bu duruma üzülür, mücadele eder, fakat arada başka yıpratıcı olaylar da yaşandığı, çocuk başka bir kızla farklı heyecanlar yaşadığı için çocuğu terk edip kaçar ondan. Kıvırcık saçlara veda edip, onu yeni ilişkisiyle başbaşa bırakır.

Sonraki yıllarda hem Chris Cornell'in hem de yeni grubu Audioslave'in de hayranı olacaktır. Temple of the dog'ın etkisini Hiçbir zaman unutmayacak, cdyi hiç atmayacaktır. O dönemde aldığı onlarca cd, dinlediği radyo programları, müzik dergileri sayesinde zamanla heavy metal dışındaki müzikleri de keşfedecek, alternatif rock, 70'ler, The Doors, Janis Joplin ve daha nice farklı müzik türünden en iyileri dinleyecek, eskisi gibi tarz ayırt etmeyecek, hep daha iyiyi arayacaktır.

devamı daha sonra... (belki...)

1 yorum:

Unknown dedi ki...

bu tarz ergenlik ask travmalarinin ardindan, o donemde Call Me A Dog da heralde hepimizin milli marsi olmustur. aah ah!!

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...